Giriş

Bir ulusun insanların gözünde geçerlilik kazanabilmesi için ihtiyaçları olan en yegane şey ulusal kimliktir. Ulusal kimliğin temeli ise kültürdür. Kültürün gelişimi ise bir ulusun geçmişte ve şimdiki zamanda yaptığı belli başlı faaliyetlere bağlıdır. Elbet etkisini düşündüğümüz zaman, müzikte bu faaliyetlerin içindedir. Pek mühim bir sanat dalı olan müzik, eğer doğru kullanılırsa, insanların kalbine oldukça etkili bir biçimde nüfuz edebilir ve onları bestecinin yansıtmak istediği düşünceye kolaylıkla sürükleyebilir. Bu yazımda sizlere müzikte ulusalcılık akımının ortaya çıkışını ve bu akım doğrultusunda faaliyet gösteren önemli besteciler ve ulusları anlatmak istiyorum. Hazırsanız başlayalım.

Ulusalcı Düşüncelerin Ortaya Çıkışı

Günümüzde varlığını sürdüren neredeyse her ülkenin temelinde ulus devlet düşüncesi yatmaktadır. Bir ülkenin içinde yaşayan insanlar o ülkenin ulusunu oluşturur. Mesela Türkiye Cumhuriyeti yapısı itibari ile bir ulus devlettir, içinde yaşayan insanlar yasalarla Türk ulusunun bir parçası kabul edilmiştir. Ancak bu durum Orta Çağ ve Yeni Çağ’da inanılmaz farklıydı. Orta Çağ’da insanlar dinlerine göre sınıflandırılmaktaydı. O dönemde Avrupa’da var olmuş neredeyse her devletin temeli Katolik Hristiyanlık üzerine kuruluydu. Aynı şekilde Arabistan yarımadasında ortaya çıkan İslam Devleti, adı üzerinde İslam dini üzerine kuruluydu. Bu düzen Yeni Çağ’da da Orta Çağ’daki kadar radikal olmasa da devam etti. Mesela Osmanlı İmparatorluğu uzun yıllar ulusal bir kimlikten ziyade, insanları Osmanlı tebaası kavramı altında dinlerine bakılmaksızın eşit bir hale getirdi. Avrupa’da da Habsburg Hanedanlığı bütün Avusturya’ya, İspanya’ya, Almanya’ya ve Hollanda’ya uzun yıllar boyunca hükmetti. Habsburglar kendilerini Kutsal Roma’nın halefi olarak gördükleri için insanları Hristiyanlık dini altında toplamaya ve bir arada tutmaya çalıştılar. Ancak mezheplerin ortaya çıkışı Habsburg bütünlüğünü tehlikeye soktu, Hollanda’da mezhep farklarından dolayı isyanlar başladı. Bu isyanlar bize insanların o zamanlar mezheplerine göre kendilerini sınıflandırdığını göstermektedir. Hollanda’da o zamanlar şöyle bir söz söylenirdi; ‘’Katolik olacağın Türk ol.’’ Bu söz, bizlere o zamanlar Türklük kavramının din kavramı ile eş tutulduğunu göstermektedir. Yani işin özeti, din kavramı, uzun yıllar boyunca insanların kendilerini sınıflandırma biçimi olarak kullanılmış önemli bir etkendi. Ancak 1789 yılında patlak veren Fransız İhtilali ile her şey değişti. İhtilalin başarılı olmasından sonra ilan edilen Fransız Devleti, kendilerini dinlerine göre değil, milliyetlerine göre sınıflandırdılar ve devletlerini ‘’Fransız ulusunun bir ürünü’’ olarak gösterdiler. Bu düşünce bütün Avrupa’yı etkiledi ve milletlerin kendi bağımsız ulus devletlerini kurma düşüncesini tetikledi. Bu durum Avrupa imparatorlukları içinde inanılmaz etkili ve kanlı isyanlara sebebiyet verdi. Zamanla bu isyanlar, ‘’Bağımsızlık Savaşı’’ olarak tanımlanmaya başladı. Artık ulus devlet düşüncesi, herkesin zihnine kazınmış bir düşünce olmuştu.

Ulusalcılık ve Müzik

Giriş kısmında da belirttiğim gibi, müzik insanların zihnine girebilmenin en etkili yollarından birisidir. Bu durumu düşünecek olursak müziğin ulusalcı düşünce ile ilişkisini kurmak pek de zor olmasa gerek. Ancak yine de kısaca açıklayayım. Meşhur besteci Hector Berlioz’un ortaya attığı ‘’programatik müzik’’ kavramı sayesinde müzisyenler, müzik yolu ile insanlara anlatmak istedikleri belli başlı olayları ve hikayeleri, müzik yolu ile anlatabilir hale geldiler. Bu sayede müzik, ulusal kimlik oluşturma çabalarında kullanılan yegane araçlardan birisi oldu. Bestecilik yapan insanların halk arasındaki önemi arttı ve yüksek bir statüye yükselmeye başladılar. Şimdi sizlere, müziği ulusal kimlik oluşturmak için kullanan bestecilerden ve bu bestecilerin kullandıkları yöntemlerden bahsetmek isterim, benim için en zevkli kısım burası umarım sizde zevk alırsınız 🙂

Ulusalcı Besteciler ve Yaptıkları Faaliyetler:

-Bu başlığı iki alt başlık altında incelemek daha uygun olacaktır.

Bağımsız Ulusların Müzik Kimliğinin Gelişmesi

Halihazırda bağımsızlığını garanti altına olmuş olan ulusların ulusal kimliklerini güçlendirmesi elbet daha kolaydır. Rusya, Almanya (o dönemde Almanya, bir sürü küçük prenslikten oluşan bir Konfederasyon şeklinde olduğu için tek bir Alman devletinden söz edemeyiz ancak ulus yine Alman ulusudur.) ve Fransa ve İtalya (İtalyan coğrafyası da Almanya ile aynı kaderi paylaşmaktadır.) gibi tam bağımsız uluslar, müzikal kimliklerini çok daha etkili bir biçimde geliştirebilmişlerdir. Aralarında en önemlileri bana göre Rusya ve Almanya’dır.

Rusya’da ilk defa meşhur besteci Mikhail Glinka’nın Rus halk ezgilerini eserlerinde kullanması, Rusların ulusal müzik kimliği oluşturma çabalarının başlangıcı kabul edilmektedir. Daha sonrasında ‘’Rus Beşleri’’ ve ‘’Rusya Müzik Topluluğu’’ gibi müzikal oluşumlar Rus ulusal müzik kimliğini geliştirmek için çalışmışlardır. Rus müziği hakkında daha detaylı bilgiler edinmek isterseniz ‘’Rus Klasik Müziğinin Tarihçesi’’ isimli ilk yazımı okuyabilirsiniz.

Almanya’da ise ilk olarak Alman opera bestecisi Richard Wagner’in, Alman efsanelerini ve hikayelerini operaları ile dünyaya duyurması, Almanya’nın müzikal kimliğinin ulusallaşmasında büyük rol oynadı. Wagner aynı zamanda politika ile oldukça içli dışlı birisi olduğu için müziklerinde Alman siyasetine yönelik göndermeler olduğuna dair söylemler de müzik tarihinde geçmektedir. Wagner haricinde Alman müziğinde bu kadar radikal bir şekilde ulusalcı görüş belirten pek fazla besteci olmamıştır, ancak Wagner’in radikal müzikal hamleleri kendinden sonra gelen bestecileri büyük oranda etkilediği için Wagner’in görüşleri nesilden nesile Alman müziğine etki etmeye devam etmiştir ve hala etmektedir.

Fransız müziği tarihte pek bir ulusallaşma gösterememiştir zira Fransız besteciler Berlioz ve Debussy arasındaki dönemde müzikal bir verimsizlik ortaya çıkmış, Debussy’nin de empresyonist dönemi başlatmasından dolayı Fransız müziğinde ulusallaşma ,en azından klasik müziğe, pek yansımamıştır. Fransız müziğinde ulusallaşmanın sayılı ama en etkili olduğu örneklerini savaş dönemi şarkıları ve marşları olarak göstermek mümkündür.

İtalya’da opera, enstrümental müziğe ziyade daha popülerdir, bu sebepten ötürü İtalyan müziğinde ulusallaşma operaya daha çok yansımıştır. Ancak İtalyan operasının yabancı konuları ve hikayeleri daha çok ele alması sebebiyle İtalyan müziğinde ulusallaşma diğer ülkelere göre daha kısıtlı kalmıştır.

Bu dört büyük ulus haricindeki bağımsız ama minör statüdeki Avrupa uluslarının da müzikal kimlikleri bizim için oldukça önemlidir. Bu konuda verilebilecek en iyi örnekler İspanya, ve Norveç olarak verilebilir.

İspanya, özellikle dansları ile oldukça özel bir ülkedir. Tango ve flamenko türlerinin ortaya çıktığı İspanya, 19. Yüzyıl’ın sonlarında ve 20. Yüzyıl’ın başlarında klasik müzikle oldukça iç içe bir ulus olmuştur. Isaac Albeniz, Pablo de Sarasate, Astor Piazolla, Franseco Tarrega, Manuel de Falla ve Joaquin Rodrigo, en önde gelen İspanyol bestecilerdendir ve klasik müziğin İspanyol kültürüne entegre olmasını büyük ölçüde bu isimler sağlamıştır.

Norveç’te iki kilit isim vardır, Rikard Nordraak ve Edvard Grieg. Grieg, dünya çapında oldukça ünlü bir besteci olarak Norveç halk melodilerini tüm dünyaya duyurmuştur ve Norveç ulusal kimliğini inanılmaz güçlendirmiştir. Nordraak pek ünlü bir isim değildir ancak kendisi yine oldukça önemli bir isimdir. Grieg’in yakın arkadaşı olan Nordraak, Norveç’in günümüzdeki milli marşının da bestecisidir.

İkinci alt başlığımıza geçelim.

Boyunduruk Altındaki Ulusların Müzik Kimliğinin Gelişmesi

Batı Avrupa devletleri olan Fransa, Almanya, İtalya gibi uluslar bünyelerinde başka ulusları pek barındırmayan, kendi uluslarının genel popülasyonu oluşturduğu devletlerdir. Ancak Doğu Avrupa’da işler çok daha farklıydı. Avusturya-Macaristan, Rusya ve Osmanlı İmparatorlukları, bir sürü ulusu boyunduruğu altında tutan büyük imparatorluklardı. Şimdi sizlere bu uluslardan müzik dünyasına büyük katkıları olmuş olanlardan bahsetmek istiyorum.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu himayesi altında bulunan Çek ulusu, müzik tarihinde yerleri inanılmaz önemli olan iki bestecinin ana vatanıydı; Bedrich Smetana ve Antonin Dvorak. Smetana, Çek müziğinin babası olarak kabul edilir. Yazdığı ‘’Vatanım’’ adlı eserde Çek halk melodilerini işleyerek Bohemya coğrafyasını oldukça etkili bir biçimde anlatmayı başarmıştır. Smetana’dan sonra ön plana çıkan Dvorak, Çek müziğinin uluslararası çapta duyurmayı başaran ilk Çek bestecilerindendir. Senfonilerinde dahi işlediği Çek halk melodileri ile büyük bir dikkat çeken Dvorak, halk melodilerini işlemedeki ustalığı ile ününü Amerika Birleşik Devletleri’nde dahi duyurmuştur. Öyle ki Dvorak, ABD’de bulunan Amerika Ulusal Müzik Konservatuarı’na davet edilmiş, okulda Amerikalı öğrencilere eğitim vermesi istenmiştir. Okulun kurucusu, yine bir müzisyen olan, Jeannette Thurber; okulda ırk, dil ve din ayrımı gözetmeyen bir sistem kurmuştur. Bu sistem sayesinde okulda eğitim görme şansı elde eden siyahi öğrenciler, Dvorak ile tanışma fırsatı bulmuş ve kendilerine özgü melodilerini Dvorak’a tanıtabilmişlerdir. Dvorak, Amerika’daki siyahi kültüründen oldukça etkilenmiş, ve Amerika’da kaldığı süre boyunca siyahi melodilerini eserlerinde oldukça etkili bir şekilde işlemiştir. Bu durum bizlere Dvorak’ın halk ezgilerini işlemekteki ustalığını gösterir niteliktedir.

Şimdi biraz daha doğuya gidelim sizlerle, dünyanın en büyük ülkesi Rusya’ya… Rus İmparatorluğu, Doğu Avrupa’nın oldukça büyük bir kısmına hükmetmekteydi ve bir sürü ulusu himayesi altında tutmaktaydı. Bu uluslardan bizim için önemli olanları; Finlandiya, Ukrayna ve Polonya’dır.

Finlandiya için konuşmak gerekirse tek bir besteciden bahsetmek gayet yeterli olur; Jean Sibelius. Sibelius o kadar etkili bir besteciydi ki, bütün Fin ulusal müzik kimliğini baştan aşağı değiştirdi desek yanlış olmaz. Finlerin Ruslardan bağımsızlık mücadelesini sonuna kadar destekleyen Sibelius, yazdığı ‘’Finlandia’’ adlı eserinde, olası bir Fin bağımsızlık savaşını müzikle anlatmaya çalışmış ve oldukça başarılı olmuştur. Bir bağımsızlık destekçisi olarak Sibelius, Fin müziğini arşa çıkarmıştır diyebiliriz.

Ukrayna’da durum daha da vahimdir. St. Petersburg’daki Rus yönetiminin çıkardığı ‘’Ems Ukaz’’ kararnamesi ile Ukraynaca dilinde herhangi bir şekilde yayın yapmak tamamen yasaklanmıştı. Müzikte bu kararnameye dahildi. Bu sebepten ötürü Ukraynalı besteciler uzun yıllar boyunca eserlerini icra etmek ve ettirmekte oldukça zorlanmıştı. Ancak imparatorluğun dağılmasından sonra bu eserler yayınlanmaya başlayabilmişti. Bizim burada esas incelememiz gereken besteci kanaatimce Mykola Lysenko’dur. Lysenko, Ukranya ulusal müziğinin babası olarak kabul edilen oldukça önemli ancak günümüzde pek bilinmeyen bir isimdir. Lysenko, bir Ukrayna vatanseveri olarak, eserlerini Rusçaya asla çevirmemiş, orijinal Ukraynaca halini her daim korumak istemiştir. Bu tutumundaki en radikal örneğe Lysenko’nun ‘’Taras Bulba’’ operasında rastlarız. Operanın prömiyeri Kiev’de yapılmıştı ve ünlü Rus besteci Tchaikovsky operaya hayran kalmıştı. Operanın Moskova’da seslendirilmesini istedi ancak hükümetten onay çıkmayınca Lysenko’nun operası Kiev’in dışına pek çıkamadı. Lysenko’nun Ukrayna halk ezgilerini işlemekteki yeteneği onu Ukrayna bağımsızlık hareketinin simgelerinden biri haline getirmişti, hala günümüzde Ukrayna’nın en önemli şahsiyetlerinden birisi olarak anılmaktadır.

Polonya’ya baktığımızda o dönemde Ukrayna ile benzer bir kaderi paylaştıklarını görürüz. Yine Rusların baskısı altında olan Polonya, bu baskıya rağmen ulusal kimliğini korumakta oldukça başarılı olmuştur. Polonya’da bahsedebileceğimiz çok fazla besteci vardır ancak ben size kanaatimce en önemlisi olduğunu düşündüğüm besteciyi paylaşmak istiyorum; Ignacy Jan Padarewski. Padarewski hem müzisyen, hem de aktif bir politikacı olarak tarihte öne çıkmıştır. 1917 Ekim Devrimi ve Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’nı kaybetmesinden sonra Polonya’da gücü eline alan siyaset adamı ve komutan Josef Pilsudski’nin kurduğu savaş kabinesinde kısa bir süre başbakanlık dahi yapmış olan Padarewski, Polonya için oldukça önemli bir figür olmuştu. Yurt dışında solo piyano konserleri veren Padarewski, konser gelirlerinin neredeyse tamamını Polonya bağımsızlık hareketine destek amacıyla kullanmıştır. Leh-Sovyet Savaşı’nın Polonya tarafından kazanılmasından sonra Polonya bağımsızlığını kazanmış ve bir süre tam demokratik sistem korunmuştur. Ancak daha sonrasında Pilsudski’nin darbesiyle demokratik hükümet devrilmiş ve ‘’Sanasyon’’ dediğimiz hükümet ortaya çıkmıştır. Padarewski, Sanasyon’a şiddetle karşı çıkmış ve politikayı bırakarak kendini İsviçre’deki evinde müziğe vermiştir. Sanasyon’a karşı olan muhalefeti desteklese de kendisi aktif olarak rol almamıştır. Muhalif isimleri İsviçre’nin Morges kasabasındaki villasında ağırladığı gün muhalif isimler ‘’Morges Cephesi’’ adından yepyeni bir muhalefet oluşturdular, bu durum bize Padarewski’nin etkisini göstermektedir. 2. Dünya Savaşı’nda Polonya işgal edilince Padarewski tekrar bağımsızlık örgütlerine katılmış, ABD’de konserler vererek gelirlerini bu örgütlere hibe etmiştir. Padarewski’den bu kadar uzun bahsetmemin sebebi sizlerin Padarewski’nin ulusuna olan sevgisini anlamanızı istememdir.

Türkiye’de Ulusalcı Müzik

Anadolu’da ulusalcı akımın tam olarak yayılması ancak Cumhuriyet’in ilk yıllarında olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünü yaptığı hareket ile Türkiye’ye özgü ulusal bir müzik oluşturmak hedeflenmiş. Bunun için günümüzde ‘’Türk Beşleri’’ olarak bildiğimiz beş isim Avrupa’ya eğitime göderilmiştir. Bu isimler; Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar ve Necip Kazım Akses’tir. Bu isimlerin başlattığı ulusal Türk klasik müziği hareketi, öğrencilerinden öğrencilerine günümüze kadar aktarılmıştır ve hala varlığını sürdürmektedir. Elbet bu ulusal Türk klasik müziğinin oluşturulması için yabancı müzisyenlerden de yardım alınmıştır. Meşhur Macar besteci Bela Bartok, Adnan Saygun ile beraber Anadolu’yu gezmiş ve Türkiye’de müziğin gelişmesi için neler yapılabileceği hakkında tavsiyelerde bulunmuştur. Aynı şekilde Almanya’dan gelen Eduard Zuckmayer, günümüz Gazi Eğitim Fakültesi Müzik Öğretmenliği bölümünün temelini atan yegane isimdir. Daha sonraları Muammer Sun gibi isimler de kendi adlarını tüm Türkiye’de duyurmuştur.

Kapanış

Daha sizlere bu konu hakkında bahsetmek isteyeceğim bir sürü örnek mevcut ancak hepsinden bahsetmeye kalksak büyük ihtimal ekran başından ayrılmamız pek mümkün olmayacaktır. Siz değerli okurlarla bu tür aşırı detaylı konularda sohbet etmekten büyük zevk duyarım, bana dilediğiniz gibi ulaşabilirsiniz. Sizlere söylemek istediğim son şey; her ulus gibi bizim de görevimiz ulusal Türk klasik müziğini korumaktır zira günümüzde bazı sözde Türk besteciler müziğimizi suistimal etmektedirler. Hepimizin bunun bilincinde olması oldukça önemlidir diyorum ve yazımı burada sonlandırıyorum. Bir sonraki yazılarımda görüşmek dileği ile, müzikle kalın.

(Visited 104 times, 1 visits today)
+ Diğer Yazıları