Benden Boulez gibilerini anlamak için yazı yazmamı istiyorlar. Böyle hususların varlığının sebebini anlamak ile beraber neden pratikten uzak olduklarını da göstermek istiyorum.

Bu argümanı binlerce defa sundum fakat önemi doğrultusunda yeniden belirtmek isterim: müzik dinleriz, çünkü belirli ses organizasyonları bize zevk verir.

Şimdi bu doğrultuda eğer tonal müzik hoşumuza gidiyorsa tonal müzik dinleriz, eğer atonal müzik hoşumuza gidiyorsa atonal müzik dinleriz.

Bu sözü ederken meydana getirdiğim soru işaretlerini görmezden geldiğimi düşünmeyin.. Elbette 1. dünya savaşı sonrası klasik müziğin geldiği noktada ele alınması gereken bazı fenomenler vardır.

Hiç şüphesizdir ki Boulez, Messiaen, Schoenberg, Berg gibi isimlerin müziklerinden zevk almak daha zordur çünkü bu besteciler kendilerinden önce gelen isimleri de müzikal havuzlarına katarak bestelerini meydana getirmişlerdir. Örneğin Arnold Schönberg’in form açısından halen klasik temelleri kullandığı barizdir.

Bu müzikal yığılmadan ötürü müziğin entelektüel seviyesi daha da yükselmeye başlar. Her zaman yalnızca 20. yüzyılın ücra ve anlaşılmaz olduğundan bahsedilir, ancak geç romantik dönemdeki uçuk kafaları ve 20. yüzyılın hemen başındaki isimleri de es geçmemeliyiz.

Reger’in aşırı modülatif ve kromatik karman çorman besteleri (bkz: Op. 45, Op. 57 ve Op. 73), Karg-elert’in genişletilmiş akorlarla ve uyumsuz seslerle donattığı armonyum parçaları, Villa-lobos’un Bachianas Brasileiras serisi, Florent Schmitt’in esrarengiz ritmik kümeleri.. Bunların hepsi yine anlaşılmayan ve uzak durulan fenomenlerdir.

Bu saydığım bestelerdeki müzikal birikim de yine oldukça yüksek seviyelerdedir ve yine bu yüzden bu müzikal parçalardan zevk almak kolay değildir.

Ben de 13 yaşımda iken György Ligeti dinlediğimde “bu ne saçmalık” demiştim. Daha sonraki günlerde aynı parçaları (Atmosfer, 13. Etüt “Şeytan Merdiveni”) bir kaç sefer dinlediğimde oldukça eğlenceli ve heyecan verici müzikler oldukları kanısına varmıştım.

Aynısını Schönberg’in piyano süiti ve Boulez’in 2. piyano sonatı için de söyleyebilirim. Bu müzikler ilk dinlediğim seferlerde beni entelektüel olarak zorlamış olsalarda bir kaç kere dinleyince tam benim zevkime uygun olduklarını, hatta duygu alemimdeki bir boşluğun kapatıldığını hissettim.

Burada şunu görmeliyiz: Bu parçaları bir kaç kere dinleyen ortalama zekada biri rahatlıkla bu parçalardaki matematiksel boyutu kavrayabilir ve sonrasında da bu müziğin hoşuna gidip gitmediğine karar verebilir. Tabii bu sefer elemenin de elemesini yapmış oluruz fakat bu fenomeni klasik müziğe girerek kabul etmiştik zaten.

Şu anda favori müzikal dönemimin erken 20. yüzyıl olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bu dönemde gerçekten çok seçkin müzikal lezzetler bulunmaktadır. Max Reger, Samuil Feinberg, Alexander Scriabin, Nikolai Roslavets, Leopold Godowsky, Heitor Villa-lobos, Karol Szymanowski, Florent Schmitt, Nikolai Medtner, Nikos Skalkottas vb. bestecilerin hepsi bu döneme aittir. Bunların yanında orta ve geç 20. yüzyılın büyük bestecilerini de büyük bir zevkle dinliyorum ve takdir ediyorum: Pierre Boulez, Olivier Messiaen, György Ligeti, Alexandre Tansman, Karlheinz Stockhausen, Iannis Xenakis, İlhan Baran, Adnan Saygun, biraz daha geleneksel tarafta olan Nikolai Kapustin..

20. yüzyılın dinleyici kitlesinden bazı bireylerin bu müziği en elit ve objektif olarak başarılı müzik olarak görmesine dediğim her şeye rağmen katlanamıyorum. Bu çok yanlış bir bakış açısı, yukarıda da söylediğim gibi bu müzik her ne kadar entelektüel açıdan daha zorlayıcı olsa da bu onu diğer müziklerden daha “iyi” veya başarılı yapmıyor.

Yazının başında da dediğim gibi, müzik dinlememizin tek sebebi sevmemiz. Her ne kadar bu besteler entelektüel açıdan daha zorlayıcı olsa da bu klasik müziğin geneli için geçerli ve bu da bu besteleri ne daha başarılı ne de daha başarısız yapar.

Bu tarz bir estetik oluşuma bu denli bir statüyü yükleyen ve sonrasında da bu müziği dinlemeyenleri küçümseyen küstah insanları kınıyorum.

(Visited 253 times, 1 visits today)
+ Diğer Yazıları