NOT(A) SEHPASI “Tuncay Yılmaz’ın Arşesinden…“

Suna Kan bir simgedir. Cumhuriyet kadınını ve evrensel sanatçısını temsil eden en büyük isimlerden biri olmakla beraber, özel bir markadır.

Türk keman virtüözlerinin kraliçesi, devlet sanatçısı ünvanlı bir devlet solisti, büyük keman sanatçısı Suna Kan’ı kaybetmenin üzüntüsü içindeyim…

Çocukluğumda ilk kez dinlediğim keman solisti Suna Kan’ı, 1979-80 yıllarında İzmir’de, Belçikalı kemancı Marcel Debot ile Bach‘ın ikili konçertosuyla ve daha sonra Gürer Aykal yönetimindeki İzdso eşliğinde Mozart’ın 3 numaralı konçertosunun başarılı yorumlarıyla dinlemiştim. Sağlam tekniği, duru ve sade yorumculuğu ve gümüş tonlu evrensel kemancının güçlü etkisi, kafamdaki bütün resmi ve ‘Solist’ simgesini etkilemiş ve hayalimi şekillendiren büyüleyici bir ustaydı  benim için. Bu yüzden, benim için yeri özel ve çok kıymetlidir.

Suna hanımefendinin büyüklüğünü anlatmak zor. Dilerseniz, 1970’li yıllarda kendisinin Almanya’da önemli bir orkestra ile ( muhtemelen Bamberg Senfoni Orkestrası..) Beethoven’in Keman Konçertosuyla bestecinin ülkesindeki başarısını, kendi büyüklerimden duyduğum kadarıyla sizlere aktarmak isterim:

Konçertonun uzun ilk bölümü ve zorlu keman kadansının bitişinden sonra, dinleyici öyle büyük bir çoşku ve sevgiyle kendisini alkışlar ki, orkestranın çiçek vermekle görevli yılların resmi çalışanı şaşırır ve konçerto daha bitmeden Suna Kan’a çiçeğini sunmak üzere sahneye çıkar…

Kıymetli piyanist Gülay Uğurata ile de çeşitli resitallerini dinlediğimiz Suna Kan’ı, Ankara Devlet Konservatuvarı’ndaki öğrenciliğim döneminde, 1985 yılında, yine Aykal yönetimindeki CSO (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) ile bir İspanya turnesinden sonra, Brahms’ın Konçertosundaki parlak ve başarılı yorumuyla da dinleme şansım olmuştu. Bu konser, bugün hala tıpkı bir film gibi anılarımda yaşıyor…

Kıymetli piyanist Gülay Uğurata ile de çeşitli resitallerini dinlediğimiz Suna Kan’ı, Ankara Devlet Konservatuvarı’ndaki öğrenciliğim döneminde, 1985 yılında, yine Aykal yönetimindeki CSO ile bir İspanya turnesinden sonra, Brahms’ın Konçertosundaki parlak ve başarılı yorumuyla da dinleme şansım olmuştu. Bu konser, bugün hala tıpkı bir film gibi anılarımda yaşıyor…

Suna Kan, başarılı hayatı dışında nasıl bir insandı ve nasıl bir yaşamı vardı, çok mu mutluydu sizce ? O hiç bir zaman ‘drama kraliçesi’ olmadı. Mütevazıydı. Büyük ameliyatlar geçirdi, eşinin ve dostlarının kayıplarında gücünü kaybetmeden yoluna devam etti. İnsanca problemlerini dışa pek yansıtmadan, içe dönük yaşadı ve kendi mantığı ve aklıyla tek başına çok şeyin üstesinden geldi. İyi ve kötü herşeyi olduğu gibi kabullenerek özelini ve sanat hayatındaki dengesini ve de ismini korudu. Yükseklerde bir yıldız olarak, aslında son derece sade bir yaşamı oldu…

2000 yılı yazında kendisiyle Bodrum’da denize girdik açıldık açıldık açıldık, uzaklaşarak derinlere doğru. Sohbet öyle yalın ve güzeldi ki neredeyse karşı kıyıya varmıştık. Keman, hayat, anılar vs derken, sohbetimize evde devam ettik.

40 yıl hatırı olan Türk kahvemizi içerken bana şunu söyledi:

“Tuncay, yaşının gereği olan her şeyi lütfen yaşa, hayat sadece keman değil, bak şu portakal ağacının çiçeklerine, nasıl güzeller, mutlu ediyorlar…” İşte o portakal ağacının önünde çektiğimiz bir fotoğrafla özel anımızı ölümsüzleştirdik.

Tuncay Yılmaz ve Suna Kan portakal ağacının önünde.
Tuncay Yılmaz ve Suna Kan portakal ağacının önünde.

Başta sevgili oğlu Ömer Üstel’e, değerli arkadaşlarım talebelerine ve sanat camiamıza taziyelerimi sunuyorum. Suna Kan, şahane şahsiyeti ve olağanüstü kemancılığı ile, evrensel değerdeki özellikleri ve bıraktığı etkiyle, ayrıca ülkemize eşsiz hizmetleri ile daima minnettarlıkla anımsanacaktır. 

Onu özleyeceğiz. 

Cennet mekanı olsun.

Sonsuz alkışlarla…….

(Visited 414 times, 1 visits today)
+ Diğer Yazıları